Ülkemiz insanı, son yıllarda, doğadan beslenmeyi, iyice bırakmıştır. Bu sayıyı arttırmak lazım. Doğadan kopuşumuz, bizi medeniyet yarışında, dünyanın gerisinde bırakır.
İşimiz olup da köylere gittiğimde gördüğüm manzaraya üzülmekteyim. Köy yerinde, yol kenarlarında, bahçelerde, erik ağaçları, incir ağaçları, asma üzümler, elmalar, armutlar vesaire birçok meyve yere dökülmekte ya da ağacın başında çürümekte. Sadece, hayvanlar tüketmekte bu meyveleri. Evlere, misafirliğe gitseniz, önünüze ikram olarak, pasta, börek, çörek sunulmakta, bu meyveler sunulmamaktadır. İçecek olarak, komposto, taze meyve suyu yerine, kola ikram edilmektedir. Oysa kuruyemiş olarak bile, bu meyveler kurutulabilir. Bu da yapılmamakta, her çeşit kuru meyve, dışardan alınmakta. Kısacası, ağaçtan, meyve yemeye korkar oldu toplum, sebebi bilinmez şekilde. Oysa, hiç yıkamadan da, basitçe silip, bu meyveleri, dalından koparıp da yiyebiliriz. Varsa, suyla yıkanabilir ya da kabuğunu soyup da yenilebilir. Ama illa da şart değil. Meyve, sadece markette satılan bir şey değildir. Bu konuda, eğitim alanında da bir şeyler yapılmalıdır. Bizim çocukluğumuzda, bakkalda satılmazdı meyve, köy yerinde, kasabada. Her evin bahçesinde meyve olurdu. Aile üyeleriyle birlikte, herkes bahçesinden tüketirdi.
Aynı vahim beslenme vakası, sebze için de geçerli. Analarımız, ninelerimiz, teyzelerimiz, bazen de, amcalar, babalar, çocuklar, ot toplamaya giderdi, mevsim bahara dönünce, eskiden. Elbette, bakımı yapılan sebze bahçesi de olurdu. Bu bahçede, domates, patlıcan, biber, maydanoz, tere, lahana, fasulye, bakla, bezelye, kabak vesaire sebzeler olurdu. Buna rağmen, aile üyeleri doğadan, yayladan, dere kenarından, ot toplamaya giderlerdi. Bu eylem, topluca yapılırdı. Yaban hayatındaki risklere karşı, 2-3-5 kişi bir arada olurdu. Bu şekilde, sağlıklı ve güvende olurduk. Üç beş ota, sebzeye bağımlı kalmaz, doğanın bize sunduğu sebze, ot, bitki kökü vesaireden de şifa alıp, istifade ederdik. Çok güzel, lezzetli yemekler yerdik. Günümüzde, bu tür otlar, köylü ablalar, nineler sayesinde pazar yerlerine geliyor, ama hepsi değil maalesef. Yaygın olanlar, bilinenler, köylü pazarlarında oluyor. Ot kavurması, kavramı vardı yaşantımızda. Büyüklerimiz, hangi otun, ne zaman yeneceğini, nasıl yeneceğini bilirdi. Yazık değil mi hayatımıza, sadece ıspanak yemek yerine, yanında, eşek turpu otu kavurmasını da neden yemeyelim, neden, sadece pırasa yemek yerine Körmen (yaban sarımsağı) da yemeyelim.
Kısaca, marketlerden 20 çeşit sebze ile besleniyorsanız, doğadan beslendiğinizde, bu sayıyı, asgari 50 çeşit sebzeye çıkarırsınız beslenmenizi. Bu sayı, yüzlerce de olabilir, çabanıza ve emeğinize bağlı.
Yazdıklarım, eskiye özlem değil, anlattığım hoş bir hatıra değil, olması gerekeni anlatıyorum, doğru olanı anlatıyorum. Köyde görüp, doğada görüp, burun kıvırdığınız, bu güzel doğal otlar, pazarda, markette, karşınıza ıspanağın 10 katı fiyatına çıkıyorsa şaşırmayın. Bir gün, bir davette ya da lüks bir otelde, restoranda, hatta yurt dışında, ultra lüks yerlerde, salatanızda ya da menüde bu otları görürseniz şaşırmayın ve pişman olmayın diye yazıyorum bunları. Ya da, Allah korusun, bir afetle yüz yüze kalır da, doğadan beslenmeyi neden öğrenmedim diye dövmeyin dizinizi. Ya da hastalıklar yakanızdan düşmüyorsa, şunu da yeseydim, şu vitaminim eksik olmazdı dememek için, bol bol doğa gezileri yapın, kültürümüzün önemli bir parçası olan, doğadan beslenmeyi öğrenin, emin olun ki kendinizi daha iyi hissedersiniz.
Ben, aslen Hatay’lıyım. Çocukluğum, Aktepe nahiyesi, Hassa’da geçti. Şimdi, Kocaeli‘de yaşıyorum. Kocaeli‘nin, bu anlamda çok zengin olduğunu, çok geç de olsa fark ettim. Kocaeli, 4 tarafı göl, deniz, dağlarla çevrili bir bölge. Bu yüzden, sulak bir yer. Baharda ve yazın, adeta toprağı göremezsiniz Kocaeli‘de. Karadeniz’den, daha yeşil desem abartmış sayılmam. O kadar çok ot çeşidi var ki, öğrendiğimde çok şaşırdım. Hatay, sıcak olduğu için, bir otun ömrü bir ay ise, Kocaeli‘de, bu süre iki aya çıkıyor. Şimdi alıştım. Ot toplama günleri düzenliyoruz ve dolapta çeşit çeşit, birbirinden güzel, yemeklik otlar bulunuyor. Toplayamasam da, fırsat olmasa da, hangi pazarda, hangi tezgahta olduğunu biliyor ve gidip alıyorum. Daha da olmazsa, İzmit‘te bulamazsam, Hatay’dan, pazarcı arkadaşım, Ahmet Köroğlu’na (Telefonu: 0538 772 95 74) rica ediyorum, sağ olsun gönderiyor.
Hatay’da, büyüklerimiz bir özdeyiş/atasözü derlerdi: ‘’Hamur Çalgını’’ diye. Sağlıksız beslenmeyi ve hastalıklı bedeni resmetmek için bu söz söylenirdi.
İş için, Afrika’ya gitmiştik, Nijerya’nın Müslüman iç bölgesi olan, Nijer devletine yakın Sokota eyaletinde, sulama barajı projesi, zemin etütü için. Yiyecek bulamıyorduk. Gözlemledim, Afrikalılar ne yiyorsa, ben de yedim. Bir dikenli çalılıktan çocukların bir şeyler yediğini gördüm. Yaklaştım, baktım hannep. Bu hannep, Türkiye’de, sadece Hatay Hassa, Aktepe Kırıkhan, bölgesinde var. Başka yerde görmedim. Şimdilerde, hünnap diye zirai olanı satılıyor ama bahsettiğimden çok farklı. Ben de görünce sevindim hannepi, alıp yemeye başladım. Çocuklar da şaşırdı, gülüştük. Çikolata tadında, fındıktan az küçük, bir doğal kuruyemiş.
Günümüz insanının, bu konulara yabancılığı, biraz da varlıktan, tokluktan geliyor. Ama, neler kaçırdıklarını bilsinler diye bu yazıyı yazıyorum.